Fazıl Hüsnü Dağlarca Şiirleri

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA TÜM ŞİİRLERİ




                 Kişi seni severse
         Soyunur aya karşı
         Sever
         Ölüşüne dek....







HASRET

Sevgimi unutmak için seyrederim bir tabloyu, bir mermeri,
Ki ne kadar dalsa ruhum yeniden döner geriye:
Okurum düşüne düşüne okuduğun şiirleri,
Senin düşüncen geçerken üzerlerinde bir sıcaklık kalmıştır
diye.


YALNIZLIĞIM
Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığım,
Yalnızlığım, ruhumda uzak bir ses gibidir.
Her sabah ufuklardan mavi şarkılar gelir,
Ve her sabah ürperir içimde yalnızlığım

Güneşim aydan sarı, yarınım dünden zorsa,
Sarsın artık ömrümü tunç kandillerin isi
Üşüyen ellerimden tutmalıydı birisi,
Eğer benim gözlerim onları görmüyorsa.

Bir camın arkasında açılıyor güllerim,
Havuzum pırıl pırıl... yıkar bakışlarımı.
İşler temiz ziyalar suya nakışlarımı;
Ruhumun dünyasından eser tahayyüllerim

Rüya rüzgarlarında bir yaprak yalnızlığım
Düşüncem bir neydir ki ürperir perde perde
Belki bu mısralarım esecek gönüllerde
Fakat herkese uzak kalacak,yalnızlığım.

SENİ..


Seni
Öyle uzun seviyorum ki seni
Ya yaradılışta doğmuşum
Ya ölümsüzün biriyim ben...


ÇANAKKALEDE ÖLÜM
Sen ölüm,
Evlerde pissin ama,
Dağlarda iğrençsin.

Sen ölüm,
Birinin adı silinir de,
Adın geçer ancak.

Sen ölüm,
Eli tutmaz olur da, gözü görmez olur da
Tutarsın, görürsün oralarda ancak.

Sen ölüm,
Ülkelerde kötüsün ya
Ülkelerarasıi daha çirkinsin.

Sen ölüm,
Sayrılıklardan sonra gelirsin peki,
Şu dev gibi, su dipdiri gençlerle işin nedir?

MAVİ
Ağaç taşı anlamaz
Gökyüzü MAVİ iken
Ağaç susuzluğu anlamaz
Gökyüzü MAVİ iken
Ben seni
Çok sevdiğimi anlarım
Gökyüzü MAVİ iken.

BU ELLER MİYDİ?
Bu eller miydi masallar arasından
Rüyalara uzattığım bu eller miydi.
Arzu dolu, yaşamak dolu,
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan.

Bilyaların aydınlık dünyacıkları
Bu eller miydi hayatı o dünyaların.
Altın bir oyun gibi eserdi
Altın tüylerinden mevsimin rüzgarı.

Topraktan evler yapan bu eller miydi
Ki şimdi değmekte toprak olan evlere.
El işi vazifelerin önünde
Tırnaklarını yiyerek düşünmek ne iyiydi.

Kaybolmus o çizgilerden
Falcının saadet dedikleri.
O köylü çakısının kestiği yer
Söğüt dallarından düdük yaparken...

Bu eller miydi kesen mavi serçeyi
Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık.
Yorganın altına saklanarak
Bu eller miydi sevmeyen geceyi.

Ayrılmış sevgili oyuncaklardan
Kırmış küçücük şişelerini.
Ve her şeyden ve her şeyden sonra
Bu eller miydi Allaha açılan !

SÖYLE SEVDA İÇİNDE TÜRKÜMÜZÜ

Söyle sevda içinde türkümüzü,
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz,
Yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan, dallarla, bulutlarla bir,
Ayrı maviliklerden geçmiştir
İnsan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken?

DESTAN ÖNÜ
İşte zamanın karanlığı, gece gibi,
Geçer bir gölge komadan.
İşte Tanrı nefesli sahiller,
İşte Bizans kopmuş Romadan.
Sakalları uzamış keşişler sırtında,
Bahar halinde bir yük:
Sur örülmüs kıyılarda yokluğa taraf,
Taşlarla, kiskançlıkla ağır ve büyük.

Eski Istanbul, ruh kadar eski,
İnsan daha fazla eskiyemez ki.

Bir boşluk ki göller tadında uzun,
Ya hiçe uzanmış vaktimiz, ya hepe.
Yedi meçhul üstüne açılmış,
Yedi tepe.
Haliç, dünya öküzünün boynuzu, hiç kımıldamaz,
Kımıldar bir kapalı su.
Geçer, asırlar gövdesine, aydınlık,
Uyumayanların uykusu.

Eski İstanbul, hatıralardan eski,
Göresin usul usul gez ki.

Tarümar olmuş,
Daradan, Sardanapaldan anlar.
Gemilerle, kervanlarla dolmuş, çırılçıplak,
Aşkı kaybedenler, bulanlar.
Devir devir kapılarında durmuş,
Nesilleri Asyanın, bu bakış ahu diye.
Sormuş sıcak rüyasını,
Peygamberin orduları, Hu, diye.

Eski İstanbul, eski,
Geçmiş günleri kimse söyletemez ki.

Saz nameleri gelir, din uğruna çarmıha gerileceklerden,
Belki çarmıhsınız, belki sazsınız.
Ölümlerden hangisi gerçek,
Anlıyamazsınız.
Farkedilmez Doğu ve Batı.
Hayaller dolusu cenaze, düşüncelerden.
Ayaklarınızın, ayaklarınızın,
Ayrılışı yerden.

Eski İstanbul, yakın ve eski
Öyle bir ses ki.

NEREYE ?

Nereye sevdiğin benim , inandığım nereye ,
Rüyaların yarasalar gibi uçuştuğu geceler içinden.
Dalgınlığımla hareketlerini seçemiyorum ,
Varlığının altın kafiyesini arıyorken ben .

Hangi dünyaları dolaştıktı bilmiyorum ,
O nasıl bir adaydı , nasıl bir deniz .
Gök , bir söğüt dalı gibi eğilmişti sulara doğru ,
Ve eğilmiştik o dal gibi hayata doğru ikimiz .

Kim ellerini alnımda gezdirirken o ten , ses ile ,
Bana kalbin musikisini verecek , haberi olmadan.
Geceyi avuçlarımda siyah bir gül gibi duyuyorum ,
Ve sen misin bilmiyorum bu gülü bırakan .

Nereye , ey göz yaşlarımın sıcaklığı ,
Ki başka birisi yok beni duyan .
Rüyalar nereye gidiyor , anlamıyorum ;
Ve sen nereye gidiyorsun , hatıralardan .

GERİ VERİN
Peki alınız sizin
Daha istemiyorum
Bu el bu ayak
Bu duyu bu düşünce
Sizin
Daha istemiyorum
Dallarda göklerde sularda
Açılarım bir denklemle uykusuz
Belki anlarlar beni
Sevindirirler umdururlar ama
Sizin
Daha istemiyorum

Ta çocukluğumdan beri
Yanım sıra yürüyen
Sevince acıkınca
Konuşunca yazınca duyduğum şey
Sizin
Daha istemiyorum

Gece koyu karanlıklar büyür
Alır tasalarımı yollarda
Alır güzelliğimi dağlardan
Peki sizin bu doldurduğum boşluk
Sizin
daha istemiyorum

Hepsi taş toprak orman deniz
Işıksızlığını yaşadığım varlık
Yokluğunda ağrıdığım ölüler
Hepsi hepsi
Sizin
Daha istemiyorum.

KORKU..
Korkuyorum anneciğim, nerde ellerin
Bu gecelerden ki kalbe aşina
Havalarda büyük misafirlikler dolaşıyor.
Korkuyorum değerken karanlığın hayatına.

Korkuyorum anneciğim, nerde ellerin;
Bu adamlar ki çalışmakta
Sabahın temiz şarkıları,
Yükselmiş bayraklar uzakta.

Korkuyorum anneciğim ellerin nerde
Okşa benim saçlarımı rüyaya bedel.
garip ninnilerle uyut beni,
Korkuyorum yaşamaktan ki, çok güzel.

GÖNLÜMÜN İNTİHAR ARZUSU
Yaprak kokularında akşamı duyuyorum
Ki beni yokluk denen yere yaklaştıracak.
Yaprak kokularında akşamı duyuyorum
Ki alnımda sulardan şarkılardan bir şafak.

Sükûn bir gemi olur, gece bir deniz şimdi
Ki yelken gibi açmış yasını gençliğimin.
Sükûn bir gemi olur, gece bir deniz şimdi
Ki geçer dalgaları içimden serin serin.

Rüzgâr istiyorum ben ruhumun güllerine
Ki bir anda yaşasın iç içe rüyalarım.
Rüzgâr istiyorum ben ruhumun güllerine
Ki dökülsün, dağılsın, yok olsun hülyalarım.
YALNIZCA
Çiçeğim, bu yaşamak değil
Tek tek
Ne geceler bir şeye benzer, ne yollar böyle
Tek tek

Kuzular meler mi ıssızlıklarda
Kuş uçar mı
Kavaklar sallanır mı hiç
Tek tek

İşte görüyorsun doğar yavaşça
Büyür
Çoğalır yıldızlar
Tek tek

İşte görüyorsun kıyılarda
Başlar maviden
Kaplar mor dalgalar denizleri
Tek tek

Çiçeğim, olmaz ki dağlar dağ
Sular su
Ölümler ölüm karanlıklarda
Tek tek.

ALLAHA VE BİZE DAİR
Allah ne kadar büyüktür,
Ekinlere güneş verir çocuğum.
Beni mavi sabahlara devreder,
Mavi güller gibi uykum.

Allah ne kadar büyüktür,
Kuşlar gönderir dallarımıza.
Karanlıklar kalbe dolduğu vakit,
Nasibi terk ederiz bir yıldıza.

Allah ne kadar büyüktür,
Yol verir gemimize denizler üstünden.
Garip sonsuzluklar duyarız
Sular akarken, bulutlar yürürken.

Ve Allah ne kadar büyüktür çocuğum,
Şükrolsun ruhumuz şimdi.
Nihayetsiz asırları içinde
Bizi tesadüf ettirdi.

ÖLÜ
Hangi mahallede imam yok,
Ben orada öleceğim.
Kimse görmesin ne kadar güzel,
Ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.

Ölüler namına, azade ve temiz,
Meçhul denizlerde balık;
Müslüman değil miyim, haşa,
Fakat istemiyorum, kalabalık.
Beyaz kefenler giydirmesinler,
Sızlamasın karanlığım havada.
Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım,
Ki bütün azalarım hülyada.

Hiçbir dua yerine getiremez,
Benim kainatlardan uzaklığımı.
Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar,
Çılgınca seviyorum sıcaklığımı...

AĞIR HASTA
Üfleme bana anneciğim korkuyorum
Dua edip edip, geceleri.
Hastayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.

Niçin böyle örtmüşler üstümü
Çok muntazam, ki bana hüzün verir.
Ağarırken uzak rüzgarlar içinde
Oyuncaklar gibi şehir.

Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum
Ağlıyorsun, nur gibi.
Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha
Duvardaki resimlerle, nasibi.

Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susamış.


ÇOCUKSUZ GECELER
Bu gece beni terk ettin çocuğum
Ki hala ellerimde bir şafak.
Herkes ölürken son anda
Bir gece hatırlayacak.

Birikti serçeler saçaklara
Davetler gibi uzaklardan.
Ülkeler midir ki varılmaz
Uykular içre kalan.

Vaktin saadetiyle durmuş
Kağıt gemilerim ve rüzgar.
Seyretsin sonsuz hudutları,
Harap kalelerinde krallar.

Çocuğum tarlalar sarardı,
Nur gibi olgun başak.
Herkes ölürken son anda
Bir çocuk hatırlayacak.

İLK SUÇ
Dağ bıçaklar
Erkenden
Güzelliğini
Gecenin
ZAMAN PARILTISI
Karanlıklarda, gündüzlerin arkasındayım,
Bitmiş ikinci dünya savaşı, uğursuz ve kahraman,
Uzakta esir uluslar türkü söyler,
Türklügümün farkındayim.

Bir soluk gelmekte karşı gezegenlerden,
Vakt içinden inmektedir gölgeler.
Toprak üzerinde, atmosferler üzerinde
Soğuyan gecemin farkındayim.

Biçimler, evlere, eşyalara rahatça sığmış,
Var olmuş var olmayan.
Biçimler sonsuzluğa yaklaşmış,
Aklımın farkındayim.

Ne ağaçlar uzanmış mevsimlerimce
Ne yıldızlar gerçek, aydınlığım kadar.
Aşkla kımıldayan küçücük ışıklar uçusur içimde yön yön,
Yaşadığımın farkındayım.
DÖNÜŞ
Askerler dönüyor ihtiyar askerler,
Sulhun mavi dağlarından.
Kalbimize ne kadar aşina
Adımlarında kalan.

Türküler dönüyor nurdan türküler
Kağni arabalarından söylenmişti.
Karşı bahçeler ki ayna mıdır
Nasibi devreder şimdi.

Kuşlar dönüyor sadık kuşlar,
Bahar için değil, saçaklarımız için.
Dönen mesafesiyle var oluruz
Mevsimler arkası güzelliğin.

Gemiler dönüyor garip ve zengin.
Garip ve sonsuz sular üzerinde.
Gemilerle beraber gelen şey
Aydınlıklar gibi yüzer, derinde.

ve bunlar değil de ey gecem,
Sen dönüyorsun ellerime, sen.
Aşka ve hayata dönüyorum
Toprağın bütün ölülerinden

KARA ÇİZGİLER
doğada ilk kirlenmedir
ülkelere
bölünmesi
yeryüzünün
DOLU SOKAK
Ne korkuyorsun
Uyanıp geceleri
Ölüm yaşayacağını yokedebilir
Yaşadığını değil

ÇAKIRIN DESTANINDAN
- Vuzuh, el ve ayak halinde
onu rahatsız ediyordu.

Karar vermişim, öleceğim,
Büyük sular arasında, korkusuz.
Nur ile, uzak yazılar ile,
Bir muska gibi boynumda kalacak,
Bu husus.

Senelerce evvel, tohumların mavi zamanından evvel,
Karar vermişim, gece kuşlarının müsaadesinde,
Etrafıma boş ve büyük kadehler dizeceğim.
Ve seyredeceğim onları sultanlar gibi;
Kurumuş ölülerin içmek hevesinde.

Havadan hafif ve bazı kadınlardan daha eski,
Çırılçıplak doğduğumuza dair;
Cihan boyunca, şehirlerle, dağlarla devam eden,
Vaktin nebatlarla sallanan güzelliği,
Bir yadigarlik ki bilinir.

Aklın zina olduğu yerde,
Taşlar, odunlar gibi yavaş.
Tarihin beyaz ve aydınlık havasından,
Karar vermişim, öleceğim,
Büyük hayvan iskeletleriyle sırdaş.
GÜNLERDE
Geçip gideceksin
Karanlığın
Nereye götürdüğünü bilmeden hiç

Analar kızlar nineler oğullar
Daha da üzülürken sızlarken
Güzelleşirken daha da

Dönerdi değil mi her akşam
Kurdu andıran dağ doruğunda
Kuzey yıldızı

Verirdi ya
Anılarındaki kırmızıyı
Ağaçlar her kirazında

Sevmez miydi oğlanın esmerliğini
İnince perdeler
Kız geceleyin

Emekli nasılda bomboştu kahvede
Anlatırdı gözleri ıslak
Elleri uykulu

Bir çağrısı yokmuydu ha
Gün doğar doğmaz
Yeni otomobillerin

Kötüydü biliyorsun
Gazetedeki yazılar
Savaşlardan ekmekten kiralardan ötürü

Sen geçip gideceksin
Bütün aydınlığı
Böylece bırakıp

SİMGELERDE YÜZLER
Bir ışık üstünde gelir
Gelir o
Işırsın
Seversin yeri göğü
Uyanmış tutsaklar çağrısına dek.
Dolar da
Dolar da yüreğine tohumların davranışı
Uzarsın
Bir anıdan bir geleceğe gövermişcene.

Gelir de bir uykusuza su
Gelir bir orman uyanık yellerden.
Gider hele
Yıldızların
Gider hele göllerin yalnızlığı
Kalırsınız
Yaptıklarınızla yüz yüze, çırılçıplak.

Almıştınız
Vurmuştunuz
Ovalar başak çoğalımıyla doluydu,
Derelerde vardı bilinmez anıların gücü
Ağaçların yemişleri sizin ağırlığınızdaydı,
Çalmıştınız
Öldürmüştünüz çünkü.

Bir sorgu günü değil anlamak günü
Gözleriniz açılsa
Maviden
Açık kalsa ağzınız kandan şimdi
Sizi bağışlamaz yeraltı otları bile
Almaz yılan uykuları bile düşlerinizi sizin
Siz dikeysiniz, siz hamsınız.









0 yorum :

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.