Nazım Hikmet Ran Şiirleri




NAZIM HİKMET RAN TÜM ŞİİRLERİ




Türk edebiyatının en önemli isimlerinden Nazım Hikmet Ran' ın şiirleri.
                           








                                                            Ben bir insan,
ben bir Türk şairi Nazım Hikmet
ben tepeden tırnağa insan
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret...


 Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum, 
hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler.

 Hem bir tek elmadan, hem süpürülen topraktan, hem 
  zindandan dönen insan ruhundan, hem kitlelerin
  daha güzel günler için savaşından, hem bir tek
    insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak
      istiyorum, hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan
       bahseden şiirler yazmak istiyorum.
                                                                                                     
  Nâzım Hikmet





AÇLIK ORDUSU YÜRÜYOR 
  
Açlık ordusu yürüyor 
yürüyor ekmeğe doymak için 
ete doymak için 
kitaba doymak için 
hürriyete doymak için. 
Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin 
yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak 
yürüyor ayakları kan içinde. 
Açlık ordusu yürüyor 
adımları gök gürültüsü 
türküleri ateşten 
bayrağında umut 
umutların umudu bayrağında. 
Açlık ordusu yürüyor 
şehirleri omuzlarında taşıyıp 
daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri 
fabrika bacalarını 
paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak. 
Açlık ordusu yürüyor 
ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp 
ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta. 
Açlık ordusu yürüyor 
yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için 
hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor 
yürüyor ayakları kan içinde. 
                                              Nâzım HİKMET




ASYA-AFRİKA YAZARLARINA 
Kardeşlerim 
bakmayın sarı saçlı olduğuma 
ben Asyalıyım 
bakmayın mavi gözlü olduğuma 
ben Afrikalıyım 
ağaçlar kendi dibine gölge vermez benim orda 
sizin ordakiler gibi tıpkı 
benim orda arslanın ağzındadır ekmek 
ejderler yatar başında çeşmelerin 
ve ölünür benim orda ellisine basılmadan 
sizin ordaki gibi tıpkı 
bakmayın sarı saçlı olduğuma 
ben Asyalıyım 
bakmayın mavi gözlü olduğuma 
ben Afrikalıyım 
okuyup yazma bilmez yüzde sekseni benimkilerin 
şiirler gezer ağızdan ağıza türküleşerek 
şiirler bayraklaşabilir benim orda 
sizin ordaki gibi 
kardeşlerim 
sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz 
toprağı sürebilmeli 
pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli 
dizlerine kadar 
bütün soruları sorabilmeli 
bütün ışıkları derebilmeli 
yol başlarında durabilmeli 
kilometre taşları gibi şiirlerimiz 
yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli 
cengelde tamtamlara vurabilmeli 
ve yeryüzünde tek esir yurt tek esir insan 
gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar 
malı mülkü aklı fikri canı neyi varsa verebilmeli 
büyük hürriyete şiirlerimiz 
                                                                          Nâzım HİKMET




AŞI
 
1
 
tarla hazırdı
koyu esmer eti anadan doğma çırılçıplak
tarla hazırdı
şişkin ıslak dudaklarını açmıştı yarı yarıya
uzun sürmedi bekleyiş
sabah aydınlığında canlı küçük kurtlar gibi yukardan saçılıp aktı tohum
hazla ürperdi toprak
içine çekti akanı
açılıp  kapanarak
açılıp kapanarak
sonra da mahmur
bir kat daha güzel
terli kabarık
gerindi
ben ölümden kuvvetliyim diyebilirdi
gebeydi artık
 
2
arılar fırladı güneşe doğru
en önde kızoğlankız yeni beyarı
nazlı bir vızıltıdır zar gibi ince şeffaf kanatları
beli koptu kopacak
altın tüylü süzme karnında da üç kızıl kuşak
yetişip önledi onu erkeklerin en güçlüsü
sonra yukarda boşlukta güneşin orda
dikenli incecik bacaklar karıştı birbirine
bir saniye sürdü aşı
silkinip kurtuldu dişi
düştü erkek
içinden kopan elleriyle toprağa

 
3
 
odalarının penceresi ormana açık
ağır yaz bulutlarının altında orman
bir yumurtalık gibi de nemli ılık
erkeğin yüzünde aşağıdan
kadının gözlerinden vuran ışık
ormanın üstüne yağmur boşandı ansızın
yeşil ela gözlerini yumdu kadın
yarı açık ağzında ıslak dişleri berrak duru
içinde taa yüreğinin kökünde sıcak sıcak duydu yağmuru
 
 
4
atan bir damar gibi akıyor nehir
acı yemişleri dikenli dallarıyla duruyor ağaç
duruyor kıraç yabani
güneşte bir şarkı gibi parladı balta
kesildi ağacın gövdesi orta yerinden
ihtiyardı esmerdi ıslaktı makta
kanayacaktı da âdeta
aşı bıçağıyla açıldı yarık
sokuldu ucu kalemin
bu kesik
bu yabanı gövdede müjdesi vardı artık
dikensiz dalları
ince kabuklu tatlı yemişleri
geniş yapraklarıyla gelecek olan
yepyeni bir âlemin.
                                                     Nâzım Hikmet


BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM
Ben  senden önce ölmek isterim.  Gidenin arkasından gelen  gideni bulacak mı zannediyorsun?  Ben zannetmiyorum bunu.  İyisi mi, beni yaktırırsın,  odanda ocağın üstüne korsun  içinde bir kavanozun.  Kavanoz camdan olsun,  şeffaf, beyaz camdan olsun  ki içinde beni görebilesin...  Fedakârlığımı anlıyorsun :  vazgeçtim toprak olmaktan,  vazgeçtim çiçek olmaktan  senin yanında kalabilmek için.  Ve toz oluyorum  yaşıyorum yanında senin.  Sonra, sen de ölünce  kavanozuma gelirsin.  Ve orda beraber yaşarız  külümün içinde külün,  ta ki bir savruk gelin  yahut vefasız bir torun  bizi ordan atana kadar...  Ama biz  o zamana kadar  o kadar  karışacağız  ki birbirimize,  atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz  yan yana düşecek.  Toprağa beraber dalacağız.  Ve bir gün yabani bir çiçek  bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse  sapında muhakkak  iki çiçek açacak :  biri sen  biri de ben.  Ben  daha ölümü düşünmüyorum.  Ben daha bir çocuk doğuracağım.  Hayat taşıyor içimden.  Kaynıyor kanım.  Yaşayacağım, ama çok, pek çok,  ama sen de beraber.  Ama ölüm de korkutmuyor beni.  Yalnız pek sevimsiz buluyorum  bizim cenaze şeklini.  Ben ölünceye kadar da  bu düzelir herhalde.  Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?  İçimden bir şey :  belki diyor.   
                                                                18 Şubat 1945                                                                  Piraye Nâzım Hikmet
BENİM OĞLAN FOTOĞRAFLARDA BÜYÜYOR

İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,
gitmez gözümden hayali Haliçe inen yolun,
iki gözlü bir bıçaktır yüreğime saplanmış
evlât hasretiyle hasreti İstanbulun.

Ayrılık dayanılır gibi değil mi?
Bize pek mi müthiş geliyor kendi kaderimiz?
Elâleme haset mi ediyoruz?
Elâlemin babası İstanbulda hapiste,
elâlemin oğlunu asmak istiyorlar
yol ortasında
güpegündüz.
Bense burda rüzgâr gibi
bir halk türküsü gibi hürüm,
sen ordasın yavrum,
ama asılamıyacak kadar küçüksün henüz.
Elâlemin oğlu katil olmasın,
elâlemin babası ölmesin,
eve ekmekle uçurtma getirsin diye,
orda onlar aldı göze ipi.

İnsanlar,
iyi insanlar,
seslenin dünyanın dört köşesinden
dur deyin,
cellât geçirmesin ipi.

                                                  Nâzım HİKMET

BEŞ SATIRLA
Annelerin ninnilerinden  spikerin okuduğu habere kadar,  yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,  anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,  anlamak gideni ve gelmekte olanı.
                                                                    1946
BEYAZIT MEYDANI'NDAKİ ÖLÜ   
Bir ölü yatıyor        on dokuz yaşında bir delikanlı        gündüzleri güneşte        geceleri yıldızların altında        İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.
Bir ölü yatıyor        ders kitabı bir elinde        bir elinde başlamadan biten rüyası        bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında        İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.
Bir ölü yatıyor        vurdular        kurşun yarası        kızıl karanfil gibi açmış alnında        İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.
Bir ölü yatacak        toprağa şıp şıp damlayacak kanı        silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip         zaptedene kadar         büyük meydanı.   
                                                                                Mayıs 1960
BİR ACAYİP DUYGU
«Mürdüm eriği                            çiçek açmıştır.  — ilkönce zerdali çiçek açar                                  mürdüm en sonra —
Sevgilim,  çimenin üzerine  diz üstü oturalım  karşı-be-karşı.  Hava lezzetli ve aydınlık  — fakat iyice ısınmadı daha —  çağlanın kabuğu                  yemyeşil tüylüdür                                      henüz yumuşacık...  Bahtiyarız            yaşayabildiğimiz için.  Herhalde çoktan öldürülmüştük  sen Londra'da olsaydın  ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şilebinde yahut...
Sevgilim,  ellerini koy dizlerine  — bileklerin kalın ve beyaz —  sol avucunu çevir :  gün ışığı avucunun içindedir                                               kayısı gibi...
Dünkü hava akınında ölenlerin                                      yüz kadarı beş yaşından aşağı,  yirmi dördü emzikte...
Sevgilim,  nar tanesinin rengine bayılırım  — nar tanesi, nur tanesi —  kavunda ıtrı severim  mayhoşluğu erikte ..........»
.......... yağmurlu bir gün  yemişlerden ve senden uzak  — daha bir tek ağaç bahar açmadı  kar yağması ihtimali bile var —  Bursa cezaevinde  acayip bir duyguya kapılarak  ve kahredici bir öfke içinde  inadıma yazıyorum bunları,  kendime ve sevgili insanlarıma inat.   
                                                        7.2.1941
BİR AYRILIŞ HİKAYESİ
Erkek kadına dedi ki:-Seni seviyorum,ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki:-Seni seviyorum,ama nasıl,kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,yüzde hudutsuz kere yüz...Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.. Ve ben artıkbiliyorum:Toprağın - yüzü güneşli bir ana gibi - en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..Fakat neyleyimsaçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil!Sen yürümelisin,yeni doğan çocuğungözlerine bakarak.. Sen yürümelisin,beni bırakarak...Kadın sustu.SARILDILARBir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere...AYRILDILAR...                                              N.Hikmet
BİR HAZİN HÜRRİYET      
Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan  yoğurursun  bütün nimetlerin hamurunu.  Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı  Karun etmek hürriyetiyle hürsün!
Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,  işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan  değirmenleri,  büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan  hürriyetiyle hürsün!
Başın ensenden kesik gibi düşük,  kolların iki yanında upuzun,  büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,  işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!
En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,  Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,  hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!
Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki,  Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura  doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!
Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin,  büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,  yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle  hürsün
Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında, hürriyeti seçmene lüzum yok  hürsün.
Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.   
                                                                                    1951 
BU VATANA NASIL KIYDILAR     
İnsan olan vatanını satar mı?  Suyun içip ekmeğini yediniz.  Dünyada vatandan aziz şey var mı?  Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler,  saçlarından tutup sürüklediler.  götürüp kâfire : «Buyur...» dediler.  Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş,  vatan çırılçıplak yere serilmiş.  Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.  Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Günü gelir çarh düzüne çevrilir,  günü gelir hesabınız görülür.  Günü gelir sualiniz sorulur :  Beyler bu vatana nasıl kıydınız?   
                                                    1959 
CEVİZ AĞACI
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,  ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,  budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.  Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.  Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.  Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,  koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.  Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.  Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.  Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.  Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.  Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.  Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.                                                          Nâzım HİKMET
ÇOCUKLAR ÖLEBİLİR YARIN

Çocuklar ölebilir yarın,
hem de ne sıtmadan ne kuşpalazından
düşerek te değil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarın,
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında,
ne bir santim kemik, ne bir damla kan,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
arkalarında bir avuç kül bile değil
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.
                 

                                              Nâzım HİKMET


ÇOCUKLARIMIZA NASİHAT
Hakkındır yaramazlık.  Dik duvarlara tırman                      yüksek ağaçlara çık.  Usta bir kaplan                          gibi kullansın elin  yerde yıldırım gibi giden bisikletini..  Ve din dersleri hocasının resmini yapan              kurşunkaleminle yık              Mızraklı İlmihalin                          yeşil sarıklı iskeletini..  Sen kendi cennetini                  kara toprağın üstünde kur.  Coğrafya kitabıyla sustur,  seni «Hilkati Âdem»le aldatanı..  Sen sade toprağı tanı                           toprağa inan.  Ayırdetme öz anandan                              toprak ananı.  Toprağı sev                      anan kadar...   
                                                1928
DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
  bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
  bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
  bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
  bu hasret bizim...
Nâzım HİKMET
DOĞUM

Anası bir oğlancık doğurdu bana;
kaşsız, sarı bir oğlan,
masmavi kundağında yatan
bir nur topu, üç kilo ağırlığında.

Benim oğlan
       dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu Korede,
sarı ay çiçeğine benziyorlardı.
Makartır kesti onları,
gittiler ana sütüne bile doymadan
Benim oğlan
            dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu Yunan zindanlarında,
babaları kurşuna dizilmiş.
Bu dünyada ilk görülecek şey diye
 demir parmaklığı gördüler.

Benim oğlan 
            dünyaya geldiği zaman
çocuklar doğdu Anadoluda,
mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi.
Bitlendiler doğar doğmaz
kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
Benim oğlan
            benim yaşıma bastığı zaman,
ben bu dünyada olmıyacağım,
ama harikulâde bir beşik olacak dünya,
siyah,
       beyaz,
              sarı
bütün çocukları
     sallıyan
mavi atlas döşekli bir beşik.


Makartır - (Mac Arthur): Amerikan generali. 2. Dünya savaşında
Asya'daki Amerikan ordularının kumandanlığını yaptı. Asya halk-
larına karşı yürüttüğü baskılarla ün saldığı (!) için Amerikan hükü-
meti tarafından Kore savaşının kumandanlığına da atandı.

                                                              Nâzım HİKMET 



DÖRTLÜK

Koparmış ipini eski kayıklar gibi yüzer
kışın, sabaha karşı rüzgârda tahta cumbalar
ve bir saç mangalın küllerinde
uyanır uykuda büyük İstanbulum.

                                         Nâzım HİKMET

 DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler
Nâzım HİKMET
 GECE GELEN TELGRAF

Gece gelen telgraf
dört heceden ibaretti:
"VEFAT ETTİ."
İmza yok.
Bu dört hece bile çok.

Bakıyorum duvara:
duvarda bir yara-
duvarda bir resim-
vefat edenin,
elimle çizmişim.

Saat bir.
Saat üç.
Saat beş.
Polis düdükleri, saatlar...
Yatağım bozulmamış.
Çekmecemde kaatlar:
bazıları
onun el yazıları.

Gece gelen telgraf
dört heceden ibaret...
Şafak söküyor-
odam
geceden ibaret.

Avuçlarımda
ellerinin gölgesi dolaşan adam
demir parmaklıklardan gördü son gündüzünü.
Mahpushane doktoru
örterek paltosuyla upuzun yatanın yüzünü:
- Tamam!
dedi.
Bunu belki evvelki akşam
dedi.
Evvelki akşam
ben......

Satıcılar geçiyor mahalleden.

Bakıyorum
gece gelen
telgrafa.
O mükemmel bir kafa
mükemmel bir yürek,
yumruklarıyla erkek
gözleriyle çocuktu.
Hudutsuz ve Allahsız bir baştı o.
Yoldaştı o..

* * *

Düşmanlar kına yaksın
dostlar girsin saflara.
Sen gözyaşı göstermeden ağlıyacaksın
gece gelen telgraflara...
                                                  Nazım HİKMET


GİDEN
Camların üstünde gece ve kar. Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar - uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor. İstasyonun üçüncü mevki bekleme salonunda siyah başörtülü, çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor. Ben dolaşıyorum... Gece ve kar - pencerelerde. Bir şarkı söylüyorlar içerde. Bu, giden kardeşimin en sevdiği şarkıydı. En sevdiği şarkı... En sevdiği... En...... Kardeşler, bakmayın gözlerime ağlamak geliyor içimden... Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar - uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor. İstasyonun üçüncü mevki bekleme salonunda siyah başörtülü, çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor.. Gece ve kar pencerelerde. Bir şarkı söylüyorlar içerde!..  
                                            Nâzım Hikmet 
GİDERAYAK
Giderayak işlerim var bitirilecek,  giderayak.  Ceylanı kurtardım avcının elinden  ama daha baygın yatar ayılamadı.  Kopardım portakalı dalından  ama kabuğu soyulamadı.  Oldum yıldızlarla haşır neşir  ama sayısı bir tamam sayılamadı.  Kuyudan çektim suyu  ama bardaklara konulamadı.  Güller dizildi tepsiye  ama taştan fincan oyulamadı.  Sevdalara doyulamadı.  Giderayak işlerim var bitirilecek,   giderayak.   
                                                   Haziran 1959
GÖZLERİN

Gözlerin gözlerin gözlerin,  ister hapisaneme, ister hastaneme gel,  gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte,  şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte  Antalya tarafında ekinler seher vakti.
Gözlerin gözlerin gözlerin,  kaç defa karşımda ağladılar                              çırılçıplak kaldı gözlerin  altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,  fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.
Gözlerin gözlerin gözlerin,  gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün  sevinçli bahtiyar                       alabildiğine akıllı ve mükemmel  dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.
Gözlerin gözlerin gözlerin,  sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın  ve yaz yağmurundan sonra yapraklar  ve her mevsim ve her saat İstanbul.
Gözlerin gözlerin gözlerin,  gün gelecek gülüm, gün gelecek,  kardeş insanlar birbirine  senin gözlerinle bakacaklar gülüm,                             senin gözlerinle bakacaklar.                                                                 1956
HASRET
Denize dönmek istiyorum!  Mavi aynasında suların:  boy verip görünmek istiyorum!  Denize dönmek istiyorum!
Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!  Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.  Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.  Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;  Ben sularda batan bir ışık gibi  sularda sönmek istiyorum!  Denize dönmek istiyorum!  Denize dönmek istiyorum!
                                                  Nazım HİKMET
HERKES GİBİ
Gönlümle baş başa düşündüm demin;  Artık bir sihirsiz nefes gibisin.  Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin  Akisleri sönen bir ses gibisin.
Mâziye karışıp sevda yeminim,  Bir anda unuttum seni, eminim  Kalbimde kalbine yok bile kinim  Bence artık sen de herkes gibisin.   
                                    (Altıncı Kitap, Temmuz 1336/1920)         
«BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN»   
Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor  Onlardan kalbime sevda geçmiyor  Ben yordum ruhumu biraz da sen yor  Çünkü bence şimdi herkes gibisin
Yolunu beklerken daha dün gece  Kaçıyorum bugün senden gizlice  Kalbime baktım da işte iyice  Anladım ki sen de herkes gibisin
Büsbütün unuttum seni eminim  Maziye karıştı şimdi yeminim  Kalbimde senin için yok bile kinim  Bence sen de şimdi herkes gibisin
                                                       334 (1918) - Yaz - Kadıköy
HOŞ GELDİN
Hoş geldin! Kesilmiş bir kol gibi omuz başımızdaydı boşluğun...Hoş geldin! Ayrılık uzun sürdü.Özledik. Gözledik...Hoş geldin!Bizbıraktığın gibiyiz. Ustalaştık biraz daha taşı kırmakta, dostu düşmandan ayırmakta...Hoş geldin. Yerin hazır.Hoş geldin.Dinleyip diyecek çok. Fakat uzun söze vaktimiz yok.YÜRÜYELİM.....                              N.Hikmet - 1932 Birinciteşrin 5, Çarşamba gecesi
HÜRRİYET KAVGASI     Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler, 
dalga dalga aydınlık oldular,  yürüdüler karanlığın üstüne.  Meydanları zaptettiler yine.
            Beyazıt'ta şehit düşen              silkinip kalktı kabrinden,              ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını              yıktı Şahmeran'ın mağarasını.
Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.  Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.  Safları sıklaştırın çocuklar,  bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.    
                                                                    1962
KARLI KAYIN ORMANINDA      
Karlı kayın ormanında  yürüyorum geceleyin.  Efkârlıyım, efkârlıyım,  elini ver, nerde elin?
Ayışığı renginde kar,  keçe çizmelerim ağır.  İçimde çalınan ıslık  beni nereye çağırır?
Memleket mi, yıldızlar mı,  gençliğim mi daha uzak?  Kayınların arasında  bir pencere, sarı, sıcak.
Ben ordan geçerken biri :  "Amca, dese, gir içeri."  Girip yerden selâmlasam  hane içindekileri.
Eski takvim hesabıyle  bu sabah başladı bahar.  Geri geldi Memed'ime  yolladığım oyuncaklar.
Kurulmamış zembereği  küskün duruyor kamyonet,  yüzdüremedi leğende  beyaz kotrasını Memet.
Kar tertemiz, kar kabarık,  yürüyorum yumuşacık.  Dün gece on bir buçukta  ölmüş Berut, tanışırdık.
Bende boz bir halısı var  bir de kitabı, imzalı.  Elden ele geçer kitap,  daha yüz yıl yaşar halı.
Yedi tepeli şehrimde  bıraktım gonca gülümü.  Ne ölümden korkmak ayıp,  ne de düşünmek ölümü.
En acayip gücümüzdür,  kahramanlıktır yaşamak :  Öleceğimizi bilip  öleceğimizi mutlak.
Memleket mi, daha uzak,  gençliğim mi, yıldızlar mı?  Bayramoğlu, Bayramoğlu,  ölümden öte köy var mı?
Geceleyin, karlı kayın  ormanında yürüyorum.  Karanlıkta etrafımı  gündüz gibi görüyorum.
Şimdi şurdan saptım mıydı,  şose, tirenyolu, ova.  Yirmi beş kilometreden  pırıl pırıldır Moskova...   
                                                        14 Mart 1956,                                                          Moskova, Peredelkino
TAHİRLE ZÜHRE MESELESİ   
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da  hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,  bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte  yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek  meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken  meselâ denerken damarlarında bir serumu                                            ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da  hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin  ama o bunun farkında değildir  ayrılmak istemezsin dünyadan  ama o senden ayrılacak  yani sen elmayı seviyorsun diye  elmanın da seni sevmesi şart mı?  Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık  yahut hiç sevmeseydi  Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da  hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. 
VATAN HAİNİ      
"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.  Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.  Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."  Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,  bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un  66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali  Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.  "Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet  Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt             hainiyim, ben vatan hainiyim.  Vatan çiftliklerinizse,  kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,  vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,  vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,  fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,  vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,  vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,  ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,  vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,  vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,                              ben vatan hainiyim.  Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :  Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor.

                                                                  28.7.962
  



0 yorum :

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.